Uyandı. Eli yatağının yanında
duran on iki yüzlü zara gitti, fazla beklemeden aldı ve attı.
Yedi.
O hafta içinde ilk kez yedi
atıyordu ve yapacağı ilk şey komşunun kedisini kovalamaktı. Böylece komşunun
faresinin sevgisini kazanabilir ve ondan, öğrenmek istediklerini öğrenebilirdi.
Kalktı, kahvaltı yaptı, giyindi,
evden çıktı. Tam kapıyı kimse çıkmasın diye arkasından kilitleyecekken yaptığ
şeyin saçmalığı kafasına dank etti. Komşusunun kedisi yoktu. Güzel bir cumartesi
gününde yapılabilecek en güzel şey de böylece uçup gitti ve biraz durup
düşündüğünde ikinci sırayı metro durağına inip rastgele insanlarla konuşmanın
aldığında karar kıldı.
HAHAH.
Gerçekten mi? Rastgele insanlarla
konuşmak aklına gelen en iyi şey miydi sahiden?
Mahallenin kasabını vejetaryen yapmaya çalışmak daha eğlenceli olmaz
mıydı mesela, ya da dışarıdan kuşlar toplayıp onları bir şapkaya tıkmak?
Öğlenki yağmurdan sonra tam da apartmanının önünden, dün ıslattığı kaldırım
taşının üstünden, başlayacak olan gökkuşağındaki her renk için gitarındaki bir
teli değiştirmek veya her bir ölümcül günahı alfabetik sırayla işlemek, ha,
daha doğru olmaz mıydı? Belki de uyumalı ve koca bir günü bilinci kapalı
olarak, tamamen boşa geçirmeliydi. Rüya görmemeye özellikle dikkat ederek
tabii. Rüyalarında mutlu olabilirdi ve mutlu bir insan, deliremezdi.
Ve delirmek, yediydi. Korkaklık
beşti, aptallık ise on iki, çapkınlık da dört. Canı sıkılmaya başlayalı altı ay
olmuştu ve sıkıntısına çözümü bulalı da dört ay. Dört aydır her sabah uyanır
uyanmaz attığı zarın üstte kalan yüzü, o günkü yüzü oluyordu. En azından ilk
birkaç hafta böyleydi. Sonra ise kendini tamamen kaptırdı. Zarda gelen sayının
temsil ettiği kişiliğe tamamen bürünüyordu ve işin kötüsü, ya da iyisi-tamamen
bakış açısına göre, artık rol de yapmıyordu. Anlıyorsunuz ya, zamanında o da
sizin gibi sıradan bir insandı- lütfen kırılmayın.
Her şey, kişiliğini 1 ve 0’dan
fazlasının belirlediği, tabii ki 2,5,7,11 ve diğer yedi sayıdan
bahsediyorum, bir bilgisayar olmaya
iyice alıştığı günlerden birinin sabahında kurtarılamaz hale geldi. O sabah
attığı zarda 9 gelmişti. Saate bakmış ve
“Çok geç kaldım!” diye bağırarak yataktan fırlarcasına çıkmıştı. O gün,
sevgilisiyle ilk yıldönümleriydi. Hediye alışverişine çıkmak için daha erken
kalkmış olması gerekirdi, hediyesi hazırdı tabii ama zara baktığı anda seçtiği
hediyenin yanlış hediye olduğunu, büyük ihtimalle sevgilisinin hediyeyi
beğenmemek bir yana hediyeden dolayı kendisinden nefret edeceğine emindi. O durumda
hediyesi yoktu, ne alabileceği konusunda fikirsizdi ve zaten çok da parası
olduğu söylenemezdi. Paniğe kapılmak için çok da güzel bir kombinasyona
sahipti. Eh, 9’un ne demek olduğunu hepiniz anlamış olsanız gerek. Yataktan
kalktığında terlemeye başlamıştı bile- her şeye rağmen o günü neşeli bir gün olarak
hatırlıyordu düşününce ve neşe, söylediği gibi, bugün ona sadece köstek olurdu.
Neşeli olmadığı bir gün var ise o gün sekiz idi. 9’da ayrıldığı sevgilisini
tavladığı gün. Zor değildi, ama her zamankinden daha eğlenceliydi. Durun size o
akşamı anlatayım.
O akşam dışarı yalnız çıkmıştı.
Barda; bira içen, yirmilerinin ortasındaki üç adamın yanındaki boş tabureye
oturdu ve soda söyledi. Etrafı izlemedi. Sol gözünün ucunda gördü ilk kez,
sonra kayboldu, saniyeler sonra da sağ gözüne vardı ve gitti. Sekiz. Yedi.
Altı. Beş. İki. Bir. Sıfır. Ayağa kalktı ve tuvalete doğru yürümeye başladı,
yolunun üzerinde sağ tarafta iki arkadaşıyle bir masanın çevresinde duruyor ve
sohbet ediyordu. Masayı bir adım geçtikten sonra duraksadı, geri döndü ve alnı
kırıştırarak sordu:
“Hey, size bir şey danışacağım.
Arkadaşımla bir sorunu çözmeye çalışıyoruz. Üç aydır beraber olduğu bir kız
arkadaşı var ve birbirlerini çok seviyorlar, ama kızın kedisi arkadaşımdan
resmen nefret ediyor. İkisi yalnızken dışarıdan odanın kapısını tırmalamaktan
tutun da her fırsatta arkadaşımın ayakkabısına pislemeye kadar her türlü şeyi
yapıyor. Biraz fazla kıskanç anlayacağınız. Arabasıyla yanlışlıkla’üstünden
geçmek biraz canice, ‘ya o ya ben’ demek de, bir düşünün, çok saçma. Sizce ne
yapmalı?”
Konuştular. Konuştular, ve biraz
daha konuştular.
“Hahah, evet geçen ay sevgilimle,
ya da artık eski sevgilim, çıktığımız o muhteşem araba yolculuğunda da başımıza
böyle bir olay gelmişti. Nasıl panik oldu inanamazsınız, ‘N’apıcaz? Kaldık
burda, kaldık kaldık, n’pıcaz şimdi’ diye sayıklayıp duruyordu.
Soğukkanlılığını koruduktan sonra rahatça halledilebiliyor tabii. ‘Sakin ol, ne
yapacağımı biliyorum, çözeceğim şimdi, sakin ol’ diye diye sakinleştirmeyi
başardım. […]”
Hikayesini bitirdi. O ana dek o
masada bulunmasının tek sebebi olan kıza ancak omzunun üzerinden bakmıştı, bu
sefer ona döndü.
“Arkadaşınızı fazla dışladım
sanırım, onu biraz sizden çalıp gönlünü alayım. Bir şurda oturuyor olacağız,
istediğinizde gelin.”
Elinden tuttu ve kalabalığın
içinde çekerek duvar kenarındaki oturulacak yerlerden birine gittiler.
“Hadi bir oyu—“
Ah. Buradan sonrasında mutlu
anlar var.
Ve önceden söylediği gibi; mutlu
insanlar, deliremez.