26 Haziran 2012 Salı

Ruhlar

Karşısındaki silüeti görünce yüzünde sinsi bir sırıtış belirdi; “Hoşgeldin Azrail, almak için mi buradasın beni?”. Duraksamadı silüet, sözü dinlemedi. Adam devam etti: “Zor kullanmak istemem, gelme hiç buraya. Ne yaparsan yap, alamayacaksın beni yanına.”. Duraksamadı Azrail, önceden görmüştü kibri; benzer şeyler söylerdi, kendini güçlü sanan kimileri. Kimse kaçamamıştı ölümden tabii, başından beri.

Karşısındaki siyahlı adamın ruhunu hasat etmek için kaldırdı orağını, kurbanı gülüyordu hala; gençmiş diye düşündü, yazık olacaktı ona. Kaldırdı silahını, getirmek amacıyla ölümlünün hayatını sona. Ama dev orağı yararken etini, bir acı kapladı Azrail’in kalbini; yanlış bir şey vardı, akmıyordu adamın ruhu oraktan içeri, olan aslında tam da tersiydi. Hissedebiliyordu adam büyük gücü kendine akan, karşısında açılmıştı meleğin gözleri hayretle bakan, nasıl da çalardı biriktirdiği ruhları bu aşağılık adam?

“Bakma Azrail hiç öyle inanamıyormuş gibi, ne de olsa uyarmıştım seni. Şaşırıyorum, insanlık gözünde fazla büyütmüş bir meleği.”.

 Uzun sürmedi ikisinin mücadelesi ve değiştiler melek ile dünyalı yerleri. Azrail ağzını açtı, başlıyordu işte son sözleri: “Hazır ol, benim görevimi alacaksın o kapıdan girdiğinde içeri; ve tetikte ol bir parçam bırakmayacak hiç seni.”. Adam orağı eline aldı, küle dönüşürken eski sahibinin bedeni. Silah, “Slareth” diye fısıldadı. Güzel, dedi adam, duymuşsun adımı, şimdi beni götür de, fethedeyim cennet katını.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder