Fotoğraflarda
gülmeyen insanları sevmezdi. İlk baktığı özelliklerden biriydi bu: saçları
dalgalı mı, sonra bencilin teki mi, fotoğrafı çekilirken gülüyor mu... Gülmeyi
karşısındakine bir lütuf sayan aklın düşünebileceği diğer şeyleri kafasında
kurdukça daha da uzaklaşıyordu bu insanlardan. Elindeki fotoğrafa tekrar baktı.
Yırtıp atmak, o fotoğraf hiç çekilmemiş gibi davranmak istiyordu. Veya onun
altındaki, ya da onun ve ötekinin altındakiler de. Bu kadar sevdiğini,
yıllarını geçirdiği, her yönüyle gurur duyduğu yüz, fotoğraflara gülmüyordu
artık. Neden vazgeçmişti bilmiyordu, çok şey geçmişti başından son zamanlarda
ama gülmeyi bu denli seven birini vazgeçirecek şeyler değildi hiçbiri, acaba
hepsi arka arkaya gelerek mi sebep olmuştu buna? Evet çok uğraşıyordu, çok
çabalıyordu son zamanlarda ama çabalıyordu işte, pes etmiş değildi.
Koltuğundan kalktı
ve odasından, birkaç resim kalemi, bir siyah bir de mavi tükenmez kalem ve
birkaç renkte keçeli kalemin durduğu kalemliğinden kırmızı bir kalem alıp
salona, fotoğraflara döndü. Kendini koltuğa bırakıp resimleri kucağına aldı,
keçeli kalemiyle her birindeki somurtan yüze gülümseyen bir ağız çizdi. Her birine, tek tek, büyük bir dikkat ve
ciddiyetle, kalemin ucu fotoğrafa dokunurken nefesini tutarak, kahvesini
yanlışlıkla dökmemek için uzağına koyarak. Bazı fotoğraflarda kaçırdığı,
kırmızya boyamadığı düz dudaklar oluyordu. Sadece tek bir yüze, tek bir gülüşü
bulmaya odaklandığı için bakışlarına takılmadan kurtulup gidiyordu bunlar.
Çizimini
bitirdikten sonra büyük bir soluk verip başını kaldırdı, tam göz hizasına denk
gelen pencereden dışarı, bulutlu ve serin havaya baktı birkaç saniye. Sonra
başa dönüp tek tek eserlerini inceledi ve yaptığından memnun olarak kucağındaki
fotoğrafları önündeki cam sehpaya, fotoğraf makinasının hemen yanına bıraktı ve
makinayı alarak ayağa kalktı.
“Hadi” dedi kendi
kendine, aynanın karşısına geçerken “Bir kez daha deneyelim.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder