8 Temmuz 2013 Pazartesi

Tünel

“Pardon, bakar mısınız? Sipariş vereli neredeyse bir saat oldu, yemeğim hala gelmiş değil.”

Garson hayret içinde ona baktı.

“Beyefendi, üzgünüm ama bu mümkün değil. Bu lokanta henüz yirmi dakikadır var.”

“Kusura bakmayın, benim hatam olmalı.” diye yanıtladı Yabancı. Ayağa kalkıp sandalyesine asılı krem rengi ceketini aldı. Sol elinin umursamaz bir savruluşuyla etrafındaki masalar, duvarlar, insanlar kum tanelerine ayrıldı. Sonra diğer elini salladı.

Karanlık bir koridordaydı. Ceketini giydiğini hatırlamıyordu ama üzerindeydi. Hava nemliydi, gözleri karanlığa alışınca bulunduğu yerin bir koridordan çok bir tünel olarak adlandırılabileceğini gördü. Yürümeye başladı. Her adımında sert zeminle buluşan ayakkabılarından çıkan takırtı sesleri yankılanıyordu. Karanlık tünelin sonunda görünen bir şey yoktu, amaçsızca karanlığa doğru ilerliyordu. Uzun zamandır bir şeyler merak etmiyordu, şu anda da merak ettiği söylenemezdi. Evet, bilmiyordu tünelin sonunda ne olduğunu ancak ilgi çekici olamayacağından emindi. Aklındaki ilgi çekici her şeyle, yaşadığı yıllar içinde en az birkaç kez karşılaşmıştı. Yedi kez ölmüş, bir kez kalbi kırılmış, üç kere mutluluktan ağlamış ve altı kişiye de güvenmişti. Uzun zamandır da çaresizlik ve sıkılmışlık içindeydi.

İlgisini çekecek hiçbir şey olamazdı.

Nemli havada hiçbir kıpırtı olmuyordu, karanlıkta en ufak bir seyrelme, tünelin yönünde bir değişiklik ya da attığı adımların büyüklüğünde bir farklılık yoktu. Sadece yürüyordu. Hıçkırıklar işte bu sırada başladı, hiçbir şey olmazken. Tünelin sonundan hıçkırıklar geliyordu. Hayır birisi hıçkırarak ağlamıyordu, sadece hıçkırıyordu. Onun ayak sesleri gibi tünelde yankılanarak geliyor ve sanki ona ulaştıktan sonra devam etmiyorlardı.

Aynı hızda yürümeye devam etti.

İlerledikçe bir kalbin atışı gibi tüneldeki karanlığın her bir hıçkırıkla kısa bir süre azaldığını fark etti. Duvarlarda yazılar olduğunu gördü.

Okumadı.

Her ne yazıyorduysa zaten biliyordu, her zaman bilirdi. Tünelin sonuna, ne zaman varmak isterse o zaman varacaktı. O anda sadece yürüyordu ve hiç isteyecek gibi de değildi. Ta ki ses, birbirini takip eden iki hıçkırığa dönüşene kadar.

Hık-hık. Hık-hık. Hık-hık.

Koşmaya başladı. Koşmaya başlamasıyla beraber mi oldu yoksa başından beri yerde su birikintisi var mıydı bilmiyordu ama düşünmedi. Koşarken zemine çarpan ayakkabılarından çıkan sese dikkat etmedi. Şap-tak, şap-tak, şap-tak. Sol-sağ, sol-sağ, sol-sağ.

Hıçkırık sesleri giderek daha yakınından geliyordu. Tünel, bir boşluğa açılıyordu. Boşluk aydınlıktı. Işık kaynağının neresi olduğunu göremiyordu, bulmak için etrafına bakınsa da göremedi. Gözleri ışığa alıştıktan sonra boşluğun merkezine baktı ve ne yapacağını bilemedi.  Karşısında her hıçkırığıyla ışığı titreştiren iki Tanıdık vardı. Dizlerinin üzerine düştü.

Asla iki tane olmazlardı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder