“Pardon, bakar mısınız? Sipariş
vereli neredeyse bir saat oldu, yemeğim hala gelmiş değil.”
Garson hayret içinde ona baktı.
“Beyefendi, üzgünüm ama bu mümkün
değil. Bu lokanta henüz yirmi dakikadır var.”
“Kusura bakmayın, benim hatam
olmalı.” diye yanıtladı Yabancı. Ayağa kalkıp sandalyesine asılı krem rengi
ceketini aldı. Sol elinin umursamaz bir savruluşuyla etrafındaki masalar,
duvarlar, insanlar kum tanelerine ayrıldı. Sonra diğer elini salladı.
Karanlık bir koridordaydı.
Ceketini giydiğini hatırlamıyordu ama üzerindeydi. Hava nemliydi, gözleri
karanlığa alışınca bulunduğu yerin bir koridordan çok bir tünel olarak
adlandırılabileceğini gördü. Yürümeye başladı. Her adımında sert zeminle buluşan
ayakkabılarından çıkan takırtı sesleri yankılanıyordu. Karanlık tünelin sonunda
görünen bir şey yoktu, amaçsızca karanlığa doğru ilerliyordu. Uzun zamandır bir
şeyler merak etmiyordu, şu anda da merak ettiği söylenemezdi. Evet, bilmiyordu
tünelin sonunda ne olduğunu ancak ilgi çekici olamayacağından emindi. Aklındaki
ilgi çekici her şeyle, yaşadığı yıllar içinde en az birkaç kez karşılaşmıştı.
Yedi kez ölmüş, bir kez kalbi kırılmış, üç kere mutluluktan ağlamış ve altı kişiye
de güvenmişti. Uzun zamandır da çaresizlik ve sıkılmışlık içindeydi.
İlgisini çekecek hiçbir şey
olamazdı.
Nemli havada hiçbir kıpırtı
olmuyordu, karanlıkta en ufak bir seyrelme, tünelin yönünde bir değişiklik ya da
attığı adımların büyüklüğünde bir farklılık yoktu. Sadece yürüyordu.
Hıçkırıklar işte bu sırada başladı, hiçbir şey olmazken. Tünelin sonundan
hıçkırıklar geliyordu. Hayır birisi hıçkırarak ağlamıyordu, sadece
hıçkırıyordu. Onun ayak sesleri gibi tünelde yankılanarak geliyor ve sanki ona
ulaştıktan sonra devam etmiyorlardı.
Aynı hızda yürümeye devam etti.
İlerledikçe bir kalbin atışı gibi
tüneldeki karanlığın her bir hıçkırıkla kısa bir süre azaldığını fark etti.
Duvarlarda yazılar olduğunu gördü.
Okumadı.
Her ne yazıyorduysa zaten
biliyordu, her zaman bilirdi. Tünelin sonuna, ne zaman varmak isterse o zaman
varacaktı. O anda sadece yürüyordu ve hiç isteyecek gibi de değildi. Ta ki ses,
birbirini takip eden iki hıçkırığa dönüşene kadar.
Hık-hık. Hık-hık. Hık-hık.
Koşmaya başladı. Koşmaya
başlamasıyla beraber mi oldu yoksa başından beri yerde su birikintisi var mıydı
bilmiyordu ama düşünmedi. Koşarken zemine çarpan ayakkabılarından çıkan sese
dikkat etmedi. Şap-tak, şap-tak, şap-tak. Sol-sağ, sol-sağ, sol-sağ.
Hıçkırık sesleri giderek daha
yakınından geliyordu. Tünel, bir boşluğa açılıyordu. Boşluk aydınlıktı. Işık
kaynağının neresi olduğunu göremiyordu, bulmak için etrafına bakınsa da
göremedi. Gözleri ışığa alıştıktan sonra boşluğun merkezine baktı ve ne
yapacağını bilemedi. Karşısında her
hıçkırığıyla ışığı titreştiren iki Tanıdık vardı. Dizlerinin üzerine düştü.
Asla iki tane olmazlardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder