7 Şubat 2014 Cuma

Yangın

Yorganı karnına kadar çekmiş, yatağında oturarak yeni aldığı kitabı –okulda çok da yakın olmadığı bir arkadaşı önermişti ve tam da seveceği türden bir kitap çıkarak şaşırtmıştı- büyük bir fincan kahve –yarılamıştı- eşliğinde okuyan kız; evin bir masa, masa lambası ve bir kitaplıkla çalışma odasına çevrilmiş ufakça bir odasında son romanındaki karakterlerden birinin –yarattığı en iyi karakter olduğunu düşünüyordu- son ayrıntılarını tamamlamakta olan babası; kardeşini –doğalı sekiz ay olmuştu- uyutmaya çalışırken yorgunluktan kendisi de uyuyakalan annesi –o da kardeşini uyuttuktan sonra en sevdiği dizinin önceki ay yayınlanan bölümünü izleyip öyle uyumak istiyordu-; hepsi, hepsi yanıyordu karşısında. Hafiften serpiştirmeye başlayan yağmur, damlalarını vahşi hayvanları beselemek için kafese atılan kanlı et parçaları gibi gönderiyordu damlalarını, açlıktan evin her yerine saldıran alevlerin arasına.

Mutfakta ilk sevgilisinden bahsetmişti kız annesine, bundan iki sene önce. Hızlı hızlı konuşmuştu araya girmesine izin vermeden, anlatmayı bitirince de yanıt beklemeden çıkıp odasına dönmüştü. Yeni bitirdiği her heyecanlı kitaptan sonra da tekrarlanan bu rutine alışıktı annesi. Hep akşam, dokuzdan sonra, hep mutfakta, hep hızlı, hiç karşılık beklemeden. Yangın, başladığında ilk bu anıyı yakıp öldürmüştü, ardından da bu rutnini sahnelendiği her bir diğer geceyi. Sonra alevler, salondaki iki adamın kavgasını duyup bağırışlarına yönelmişti. Kavganın sebebi belli değildi, hiç olmamıştı bir sebebi, kavga sahnesini yazdıktan sonra devamını getirme fırsatı olmamıştı babasının. İşte bu iki adam yanarak can verdi mutfakta iştahını söndüremeyen alevlerin arasında. Sonrakı hedef anlamsız sesler çıkaran bir kadındı. Belli belirsiz görünüyordu kadın, vücudu sadece anahatlardan oluşuyordu sanki ana okulunda pastel boyayla yapılmış bir resim gibi. Yüzü netti nispeten, gülümsüyordu. Biraz yaklaşan birisi onun “Kaynın mı aç senin?” dediğini ve kaldırdığı sağ elinde bir biberon tuttuğunu görebilirdi, ama alevler kimseyi yanına bırakmayacak kadar şiddetliydi ve yaklaşabilecek insanlar da yıllar sonrasında, aynı ateş tarafından odalarına hapsedilmişti.


İşte böyle her şey yanıyordu karşısında, hafif yağmurun altında, o izlerken. İtfaiye az sonra varabilecekti sokağa ama geldiğinde kim bilir kaç yıl yanıp gitmiş olacaktı çoktan, belki otuz belki kırk.

Boya

Fotoğraflarda gülmeyen insanları sevmezdi. İlk baktığı özelliklerden biriydi bu: saçları dalgalı mı, sonra bencilin teki mi, fotoğrafı çekilirken gülüyor mu... Gülmeyi karşısındakine bir lütuf sayan aklın düşünebileceği diğer şeyleri kafasında kurdukça daha da uzaklaşıyordu bu insanlardan. Elindeki fotoğrafa tekrar baktı. Yırtıp atmak, o fotoğraf hiç çekilmemiş gibi davranmak istiyordu. Veya onun altındaki, ya da onun ve ötekinin altındakiler de. Bu kadar sevdiğini, yıllarını geçirdiği, her yönüyle gurur duyduğu yüz, fotoğraflara gülmüyordu artık. Neden vazgeçmişti bilmiyordu, çok şey geçmişti başından son zamanlarda ama gülmeyi bu denli seven birini vazgeçirecek şeyler değildi hiçbiri, acaba hepsi arka arkaya gelerek mi sebep olmuştu buna? Evet çok uğraşıyordu, çok çabalıyordu son zamanlarda ama çabalıyordu işte, pes etmiş değildi.

Koltuğundan kalktı ve odasından, birkaç resim kalemi, bir siyah bir de mavi tükenmez kalem ve birkaç renkte keçeli kalemin durduğu kalemliğinden kırmızı bir kalem alıp salona, fotoğraflara döndü. Kendini koltuğa bırakıp resimleri kucağına aldı, keçeli kalemiyle her birindeki somurtan yüze gülümseyen bir ağız çizdi. Her birine, tek tek, büyük bir dikkat ve ciddiyetle, kalemin ucu fotoğrafa dokunurken nefesini tutarak, kahvesini yanlışlıkla dökmemek için uzağına koyarak. Bazı fotoğraflarda kaçırdığı, kırmızya boyamadığı düz dudaklar oluyordu. Sadece tek bir yüze, tek bir gülüşü bulmaya odaklandığı için bakışlarına takılmadan kurtulup gidiyordu bunlar.

Çizimini bitirdikten sonra büyük bir soluk verip başını kaldırdı, tam göz hizasına denk gelen pencereden dışarı, bulutlu ve serin havaya baktı birkaç saniye. Sonra başa dönüp tek tek eserlerini inceledi ve yaptığından memnun olarak kucağındaki fotoğrafları önündeki cam sehpaya, fotoğraf makinasının hemen yanına bıraktı ve makinayı alarak ayağa kalktı.


“Hadi” dedi kendi kendine, aynanın karşısına geçerken “Bir kez daha deneyelim.”