Yorganı karnına kadar çekmiş,
yatağında oturarak yeni aldığı kitabı –okulda çok da yakın olmadığı bir
arkadaşı önermişti ve tam da seveceği türden bir kitap çıkarak şaşırtmıştı-
büyük bir fincan kahve –yarılamıştı- eşliğinde okuyan kız; evin bir masa, masa
lambası ve bir kitaplıkla çalışma odasına çevrilmiş ufakça bir odasında son
romanındaki karakterlerden birinin –yarattığı en iyi karakter olduğunu
düşünüyordu- son ayrıntılarını tamamlamakta olan babası; kardeşini –doğalı
sekiz ay olmuştu- uyutmaya çalışırken yorgunluktan kendisi de uyuyakalan annesi
–o da kardeşini uyuttuktan sonra en sevdiği dizinin önceki ay yayınlanan
bölümünü izleyip öyle uyumak istiyordu-; hepsi, hepsi yanıyordu karşısında.
Hafiften serpiştirmeye başlayan yağmur, damlalarını vahşi hayvanları beselemek
için kafese atılan kanlı et parçaları gibi gönderiyordu damlalarını, açlıktan
evin her yerine saldıran alevlerin arasına.
Mutfakta ilk sevgilisinden
bahsetmişti kız annesine, bundan iki sene önce. Hızlı hızlı konuşmuştu araya
girmesine izin vermeden, anlatmayı bitirince de yanıt beklemeden çıkıp odasına
dönmüştü. Yeni bitirdiği her heyecanlı kitaptan sonra da tekrarlanan bu rutine
alışıktı annesi. Hep akşam, dokuzdan sonra, hep mutfakta, hep hızlı, hiç
karşılık beklemeden. Yangın, başladığında ilk bu anıyı yakıp öldürmüştü,
ardından da bu rutnini sahnelendiği her bir diğer geceyi. Sonra alevler,
salondaki iki adamın kavgasını duyup bağırışlarına yönelmişti. Kavganın sebebi
belli değildi, hiç olmamıştı bir sebebi, kavga sahnesini yazdıktan sonra
devamını getirme fırsatı olmamıştı babasının. İşte bu iki adam yanarak can
verdi mutfakta iştahını söndüremeyen alevlerin arasında. Sonrakı hedef anlamsız
sesler çıkaran bir kadındı. Belli belirsiz görünüyordu kadın, vücudu sadece
anahatlardan oluşuyordu sanki ana okulunda pastel boyayla yapılmış bir resim
gibi. Yüzü netti nispeten, gülümsüyordu. Biraz yaklaşan birisi onun “Kaynın mı
aç senin?” dediğini ve kaldırdığı sağ elinde bir biberon tuttuğunu görebilirdi,
ama alevler kimseyi yanına bırakmayacak kadar şiddetliydi ve yaklaşabilecek
insanlar da yıllar sonrasında, aynı ateş tarafından odalarına hapsedilmişti.
İşte böyle her şey yanıyordu
karşısında, hafif yağmurun altında, o izlerken. İtfaiye az sonra varabilecekti
sokağa ama geldiğinde kim bilir kaç yıl yanıp gitmiş olacaktı çoktan, belki
otuz belki kırk.