9 Şubat 2013 Cumartesi

Sonsuz Hikaye


Hava soğuktu. Siyah pelerinine bürünmüş yabancı, seyrek sisin arasındaki taştan patikayı takip ediyor, bir yandan da çevresinden gelen çığlıklara kulak veriyordu. Kulak tırmalayan, kalp parçalayan  çığlıklardı duydukları, patikadan yürüyecek cesarete sahip olanların kanını donduracak kadar korkunçlardı. Yaşayan hiçbir şeye ait olamayacak bir acıyı taşıyorlardı.

O korkmuyordu. Temkinli olduğu sürede korkması gerekli de değildi, onlar korkmalıydı tanımadıkları bu gezginin gazabından. Yaydığı güç patikanın küçük taşları arasından uzamış gri otları kül gibi parçalara ayırarak havaya savuruyordu, o geçerken rüzgarın salladığı dallar duruyor, düşen yapraklar havada asılı kalıyordu.

Patikanın sonunda, sisin içinde kendine yer edinmiş kapkara bir bina duruyordu. Pürüzsüz yüzeyi  boyunca dönerek yükselen gece mavisi bir merdiven bulutların arasındaki zirveye doğru kayboluyordu. Her  elli basamakta bir bulunan ve bir pencere görevi görmesi için tasarlanmış kare delikler, soğuğun ve sisin devasa yükseltiye dolmasına neden oluyordu. Kulenin yakınında bitki namına hiçbir şey yoktu. Pelerinli yabancı bir an için durup önündeki manzaraya baktı. Dikkatini daha başka şeyler, başkalarının ayrıntı olarak düşündükleri çekmişti. Merdivenin ilk basamağının çevresindeki cam kırıkları ve kumlar mesela. Yüzlerce kum saatinden arta kalanlar, kulenin önünde kıpırıtsızca yatıyordu. Kırıldıkları andan itibaren tek bir kum tanesi uçup rüzgara katılmamış, bir cam parçası çürüyüp toprağa karışmamıştı.

Cebinden çıkardığı saatini basamakların başladığı yere iç çekerek bıraktı, hızla gerçekleştireceği dönüş yolculuğunda onu görmesi gerekiyordu. Zamanı görmeliydi... Günler süren yolculuğu boyunca tamamen sakin olan, normal birisi olmadığı her halinden belli bu yabancı ilk basamağa adımını atmasıyla heyecanlanmıştı. En büyük rakibiyle karşılaşmasına başlamıştı... Merdivendeki bir adımı ona binlerce yıla ve bir sonraki ise sadece bir kaç saniyeye mal oluyordu. İkisi arasında hiçbir fark yoktu bulunduğu an içinde, çünkü bulunduğu bir an da yoktu. Tüm hayatı boyunca tek rakibi olarak gördüğü şey, zamandı. Onu yenmek için gelmişti bu kuleye, bir kaç yüzyıl önce adımını attığı ilk basamakla beraber zaman onun için yokolmuştu ve saniyeler içinde geri dönecekti, toplamı on bin yıl edecek saniyeler sonunda. Göz açıp kapayıncaya kadarki süre içerisinde zirveye ulaştı. Zamanı kızdırdığını hissedebiliyordu, merdivenlerde yürümesi ve en zirveye varması, zamanı yenebilecek, bahsi edilen o tek kişi olduğunu apaçık kanıtlıyordu. Ama kimse zamana karşı duramazdı, ve kulenin sınırları içerisinde, o, istediğini yapabilirdi. Pelerinli yabancı ne kadar güçlü olsa da, o da bir insandı, ve insanlar zamanla ölürdü. Güneşin batış ve aynı anda tekrar doğuşunu görüyordu, aynı anda hem doğudahem batıda hem de tam tepesindeydi güneş, çevresinde patlayanan, parçalanan dünyaya düşen yıldızları görüyordu. Ufuğa kadar her yer ateşler içerisindeydi, gökyüzü kızıl bir renkteydi, denizler kanla kıprkırmızı akıyordu. Ama o, Gezgin, kulenin tepesinde sapasağlam ayaktaydı. Ağzından kelimeler dökülmeye devam ettiği sürece de ayakta kalacaktı. Tüm evren boyunca yankılanan, gökyüzünü parçalayan bir çığlık işitildi, evren inanılmaz hızla büyük bir patlamaya hazırlanırken, o, kendini kuleden aşağıya bıraktı, parçalanmış kum saatlerinin arasına...

Amacına ulaşmış, büyük rakibini yenmişti.